Aralık 28, 2009

2010 FELSEFESİ CAN YÜCEL'DEN OLSUN...


2010 Yılında yaşam felsefemiz bu duygular olsun!
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...

Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
                              Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,

Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,

Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık

Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla,köpek görürsen okşa
çocuk görürsen yanağından makas al.

Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?

    Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
    Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
    Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
    Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
                           yüzünde güller açtıracak.

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada

Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..

Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

CAN YÜCEL



 

Aralık 27, 2009

EVİMİZİN GİRİŞLERİDE ŞIK OLMALI






















Evimizin girişlerinin önemli olduğunu düşünüyorum.Darda olsa ,genişte olsa ufak detaylarla holleri iç açıcı hale getirebiliriz.Hoş bir karşılama olur...

Aralık 26, 2009

EL EMEĞİ ÇOK ŞIK KOLYELER



 
Artık örgüden her şey yapılıyor.Kolyeler her kıyafetin üzerine olabilecek tasarımlar.

Aralık 24, 2009

YARIN ÇOK GEÇ OLMASIN !!! MONO SODYUM GLUTAMAT ...




MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel

Olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.

Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda

üreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

MSG ZARARLI MI ?

Buna okuduktan sonra siz karar verin.

 Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir
sistemi tahribatı ve

buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA
(Epilepsi)

Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma
mekanizmasında bozukluk,

obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülinde
artış, ve buna bağlı diyabet.

Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar. Bu madde hamilelerde plasenta

bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara
maruz kalıyor.


Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği

CİPS'lerde çok kullanılmakta. Hazır köfte harçları, Et suyu

tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri
bir çok üründe var.

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?.

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri
insaf, merhamet

gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha
büyümektir.

Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız.

Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize
kazınır adeta.

Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya
tükettiğimizi görürüz.

Mesela Cips. Semt pazarlarında 3 kg . patatesi 1 TL ye alabilirsiniz.
Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır.

Yani  1 kg . Cipsi, 20 ytl.den tükettiğimizin farkında bile değiliz.

Olumsuz etkileri de cabası. bu mamulleri üretenler !....

Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik
ve doğaldır.

Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi,

burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı?

Ben henüz rastlamadım.

Gelelim genel sağlık boyutuna;

Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına
bağlı yaşamaya mahkum edilenler,

çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar,
asabi çocuklar,

9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli
doğanlar ve bu sayının

ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.

Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları
üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler.

Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan,
sakıncalı hazır gıdalara varana

kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun
ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?

Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.

Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında
yetersiz kaldığından,

yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler.

Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli
olmasını istemezler.

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü
kaynaklarıdır.

Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık
tehlikesi  yaklaşan bir dünyada,

Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir dünyada,

Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada
yaşadığımızı asla unutmamalıyız.

Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.

Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN !.....

Aralık 22, 2009

Aralık 21, 2009

KOMİK OL,ŞARKI SÖYLE!






Uzmanlar, hayatın her anında kişinin karşısına çıkabilen strese karşı “kendi kendine konuşmak, şarkı söylemek, bağırmak, yastığı yumruklamak ya da havaya tekmeler savurmak” gibi ilginç yöntemler öneriyor.
 
Psikolog Göksu Göktaş, kişinin ruh haliyle ilgili olan stresin, kontrol edilmediğinde birçok biyolojik rahatsızlıkları da beraberinde getirdiğini bildirdi. Göktaş, yaşamın neredeyse her anının stresle karşı karşıya geçtiğini belirterek, “sabah asansör bozuksa, trafik kötüyse, iş yerinde herkes gerginse, borçlar birikiyorsa, çocukların istekleri bitmek bilmiyorsa... Bu listeyi sonsuza kadar uzatabilirsiniz, ama bu, strese mahkum yaşayacağımız anlamına gelmez” “Olumlu düşünme, boşa gösterilen bir çaba olarak kalacaktır, ama kontrol altına alabiliriz. Stresle baş etme yöntemleri herkes tarafından uygulanması zor ve ‘nerede bende o şans’ dedirtecek kadar imkansız görünüyor, oysa, o kadar zor değil.”diyor.
 
Göktaş, maça giden erkeklerin evlerine döndüklerinde her zamankinden daha rahat göründüklerinin aile fertleri tarafından fark edilebildiğine dikkati çekerek, “Bunun nedeni maç sırasında bağırıp, bir süreliğine de olsa sorunlardan uzaklaşmadır. Bu nedenle, çevrenizde kimsenin olmadığına emin olduğunuzda kendi kendinize konuşun, bağırın, şarkı söyleyin. Kendi kendine konuşmak hakkındaki olumsuz yargıları da bir tarafa bırakın.
 
BİRKAÇ DAKİKADA RAHATLAMA TEKNİĞİ


Göktaş, evde strese girildiğinde komik bir şarkı söylemenin, hatta komik hareketler yapmanın, zorla da olsa gülmek ve çocuk ruhunu yakalamanın birkaç dakika içinde kişiyi rahatlatacağını bildirerek, şöyle devam ediyor;

“Zaman zaman fiziksel bir yük hissederiz. İçinizden bir şeyler devirmek, fırlatmak gelir. Bu gerçekten o anki bir ihtiyaçsa birkaç yastık yumruklayabilir, yerinizde hızlı koşma hareketi yapabilir, havaya tekmeler savurabilirsiniz. Bunları yalnız bir ortamda yapmak daha doğal olmanızı ve rahatlamanızı sağlar.”

Göktaş, stresi kontrol altına almada sporun gücüne de dikkati çekerek, “araştırmalar sürekli yapılan sporun stresi kontrol altına almadaki etkisini kanıtladı. Örneğin yürüyüş, yüzme, koşu ve tenis. Kendinizi yorgun hissetseniz bile spor yapmanız, akşam eve huzur içinde dönmenizi sağlayacaktır” diyor.

Psikolog Göktaş, bu önerilerin bazı kişilere komik gelebileceğini belirterek, “komik olduğunu düşünmeyin, mutlak uygulayın. Stresi kontrol altına aldığınızda komik bulduğunuz bu önlemleri yaşam tarzınız haline getireceğinizden emin olun” diyor.

Alıntı: ntvmsnbc.com

Aralık 19, 2009

KELEBEK YASTIKLAR



Kelebek yastıklar çocuk odaları için çok hoşlar.Çizimleri ve ölçülerinide verdim.Belki yaparsınız.

Aralık 17, 2009

ÇOK ŞIKLAR...

Çok şıklar değil mi...Bunları yapmayı deniycem,olduğu kadar artık...
Ben bir şeye başlıyorum,model önümde bir bakıyorum benim yaptığım daha başka bir model olmuş...





Aralık 15, 2009

DEKORASYON AMAÇLI



Yılbaşı süsleri ama dekorasyon amaçlı da kullanılabilir...Düğmelerle yapılanlarI çok sevdim...

Aralık 13, 2009

RAHAT YOLCULUK BUNA DENİR...




Bu tasarım çok  işe yarar.Yorulmadan yolculuk buna denir işte.
Burada başka tasarımlarda var, incelemeye değer...









Aralık 08, 2009

''GÜZELLİĞİN BİR SIRRI OLMALI''



Güzelliğinin Bir Sırrı Olmalı


Banliyö trenindeyiz… Vakit öğleden sonra… Vagonun içindeki insanları izliyorum, yüzlerine bakıyorum. Sonra gözüme cam kenarındaki koltukta oturan yaşlı bir adam takılıyor. Telaşsız bir halde, yüzü apaydınlık, camdan dışarı bakıyor yaşlı adam. Gözlerinde sanki onunla beraber doğmuş, büyümüş bir gülümseme var. Kırışık yüzündeki canlılık, en ala makyajlanmış yüzlerden bile daha güzel. Işıl ışıl bir insanı izliyorum işte ve gözlerindeki ışığa, yüzündeki güzelliğe imreniyorum. Ölmeden önce gözlerime ve yüzüme öyle bir aydınlık kazanmak isterken buluyorum kendimi…

“İnsanoğlu, temizlendiğinde, yeryüzünde ondan daha güzel bir manzara bulamazsın. Aynı insan kirlendiğinde de ondan daha çirkin bir dekor yoktur.” der rehber. Rehber o kadar haklı ki, tam da öyle bir manzara karşısındayım. En güzel cam kenarından bile daha güzel bir yerde duruyorum. Yaşlandığında bile yüzünde bir bebeğin aydınlığını taşıyabilmeyi başarmış, kendisini temiz tutabilmeyi becerebilmiş yaşlı adamı, hiç tanışmasak bile seviveriyorum. Başka insanları hatırlıyorum aynı güzelliğe sahip… Kahkahalar atmadığı halde ruhu gülümseyen insanları hatırlıyorum… Dünya bu kadar kirlenirken, insanlar bu kadar bencilleşirken, temizliğini koruyabilmiş insanların olması umut veriyor. Üstelik onları artık daha kolay tanıyabiliyorsunuz. Bunca siyahlığın içinde beyaza yakın kalabilenler hemen fark edilebiliyorlar. Onların elleri, saçları, oturuşları bile gülümsüyor… Zoraki bir gülümseme değil ama bu. Bu, kazanıldığı her halinden belli olan bir güzelliğin yansıması

Peki bu güzelliğin sırrı ne olabilir? Nedir insanın gözlerini ışıl ışıl parlatan? Nedir insanı sevilebilir yapan?

Bu her hali gülümseyen insanların ortak özelliklerini düşün, diyor. Sonunda gerçek kendisini gösteriyor; Bu güzel insanların hepsinin emek harcadıkları bir uğraşları var. Hepsinin bedelini ödemekten keyif aldıkları bir hedefleri var. Kendilerini dinamik tuttukları, hareket ettikleri, ilgilendikleri bir konu var. Onlara verilmiş olan gücü, enerjiyi doğru yere harcayıp, doğru şeyler üretiyorlar. Nadiren şikayet ediyorlar, problemleri yaşamıyorlar, onları çözmek için uğraşıyorlar. Dertleri çok acayip biri olmak değil. Herkesten daha iyi olmak gibi bir kaygıları da yok. Onlar sadece hedeflerinin sorumluluğunu taşıyabilmek için uğraşıyorlar. Bedel ödemeye heves ediyorlar.

Durduk yere bedel ödemek değil onların yaptığı; Onlar bir amaç uğruna, doğru bedelleri üretmeye çalışıyorlar. İyiler ezilir görüntüsüne aldanmadan, hem iyi hem de güçlü olabilmeye çalışıyorlar. Başkalarından bir şey beklemeyen, aksine rahatlık ve rehavet içinde olmaktan hoşlanmayan insanlar onlar. İlk bakışta enayi gibi gözüküyorlar ama uzun vadede kazançlı çıkan onlar. Bugünün toplumlarına baktığınızda tuhaf diyebileceğiniz insanlar aslında onlar. Çünkü onlar birilerine yük olmaktan ziyade, yüklenen olmayı tercih ediyorlar. Herkesin tüketmeye hevesli olduğu bir yerde onlar tüketimlerini kontrol ediyorlar. Az harcıyorlar, hayata az yük olmaya çalışıyorlar. Herkesin birbirini kazıklamaya çalıştığı bir yerde onlar hak edenlerden olmak istiyorlar. Gerçekten tuhaflar! İşin ilginç yanı, tuhaf olmalarına rağmen mutlular. İç huzurlarını koruyabilmeyi başarabiliyorlar. Herkes korku içindeyken, kaygılıyken, panik nöbetleri geçirirken, onlar huzurlarını koruyabiliyorlar. Bütün bunları çok özel insanlar oldukları için yapmıyorlar. Çok acayip bir yaratılışa sahip oldukları için de değil. Onlar bu hali kazanıyorlar. Sürekli bir uğraşlarının olması kazanıyor olmalarının temel sebebi. Onların her zaman bir hedefi var. Üretiyor olmaları, onları canlı, dinamik ve hareketli tutuyor. Hareket ettikleri için sürekli temiz kalabiliyorlar. Yaratıcının insana emanet ettiği temizliği koruyabildikleri için ruhlarındaki güzellik bedenlerine yansıyor.

Doğal insan güzelliğini taşıyorlar; makyajsız ve estetiksiz! Böyle olunca en tipsiz zannedilen insan bile göze güzel gözüküyor. Ve bütün bunlar bir hedefle başlıyor. İnsanoğlunun, “istemesini” bir üretime yönlendirmesiyle başlıyor. Gerçek güzelliğin sırrı; anlık bedeller üretebileceğin bir hedefte gizleniyor. Biz, ilgimizi tüketmekten çekip, üretmeye verdiğimiz zaman gerçekten güzelleşmeye başlıyoruz. Bedel kokan, gözlerinin içi gülen, oturduğu yerde hiçbir şey tüketmese bile mutlu olabilen insanlar olmaya başlıyoruz. Şimdi bütün bunlar gerçekten çok acayip! Çünkü bugün bize söylenenlerle hiç alakası yok. Siz de biliyorsunuz, bugün bize tam aksini yapmamız söyleniyor;

“Alın, tüketin çünkü siz en iyisine layıksınız”

“Alın, tüketin, harcadıkça kazanın”

Bu mu en iyisi dedikleri? Sürekli huzursuz, kaygıları tavan yapmış, panik halde gezen, kendisini mutlu etmekten aciz düşmüş olmak mı insanın hak ettiği ve layık olduğu?

“Al, ye, iç, harca, gez, daha çok al, daha çok harca, daha çok gez, kork, savaş ama mutlaka tüket! Arzularının peşinden koş ama sakın üretim için harekete geçme. Kazanmak mı istiyorsun? Kurnaz ol, fırsatları kaçırma.”

Hangi fırsatlar bunlar peki?

“Diğerleri kaybederken onların zararlarından faydalan mesela.”

Bu mu insanı temiz tutabilecek olan yöntem?

Bugünün topluluklarında, insanlar ruha sahip bedenler olduklarına inandırılıyor.

Cesedimize takılar ekleyerek, onu süsleyerek geçici bir güzelliğin peşinde koşturuluyoruz. Makyajımız olmadan, markalı giyinmeden, çok acayip bir arabamız olmadan biz doğru düzgün bir erkek ya da kadın değiliz. Bunlar yoksa eksik insanız, oyuncaklarımız yoksa yazık insanız biz. Bankalarda biriken rakamlarımız yoksa biz bir hiçiz. Eğer kremler sürünmüyorsak güzel olmamız mümkün değil bizim.

Bu mu şimdi insanı güzel yapan? Bir kutu krem mi? Giydiğim kıyafetlerin acayip olması mı gerçekten beni sevdiren? Yani, ben arabamın yaptığı hız yüzünden mi değer görüyorum? Dünyadayken kazanabildiğim güzellik bu mu yani şimdi?

Sürekli bir güzelliğe sahip olmak varken, biz sahte olanı tercih ettiğimizin farkında bile olamıyoruz. Arzularımız, hedeflerimizin önüne geçtikçe gerçeği fark etmekte daha da zorlanıyoruz. Tüketim isteğimiz, üretim isteğimizin önüne geçtikçe kirleniyoruz. Her geçen saat sahte olana daha muhtaç hale geliyoruz. İşte o zaman insan kendi gerçeğini kaybetmeye ve çirkinleşmeye başlıyor. İşte o zaman insan canlılığını kaybetmeye başlıyor. Yüzümüzdeki ışık, gözlerimizdeki canlılık, biz tüketici oldukça kayboluyor. Dışarıdan güzelmiş gibi gözüken ama içerisinde huzursuz ve kaygılı insanlar oluyoruz. Gözümüzün önünde büyük bir kandırmaca oynanıyor. Bu kandırmacadan, bu kabustan uyanmadan gerçeği görebilmek ise mümkün değil.

Peki sen hangisini isterdin? Gerçeği görebilmek mi yoksa sahteliklerle gözü boyanan, kandırılan bir insan olmak mı? Gerçekten güzelleşebilmek ister miydin? Bunca kaosun içinde iç huzuruna yeniden kavuşabilmek ister miydin? Zaten senin olan temizliği yeniden kazanabilmek ister miydin?

O zaman şunu hatırlayabilmemiz gerekiyor; Biz, insanlar ruha sahip bedenler değil, bedene sahip ruhlarız. Bize güzelliğimizi kazandıran, gözümüzü parlatan, hedeflerimize ulaşmak için ürettiğimiz bedeller. Yaşam amacımıza ulaşmak için belirlediğimiz hedefler, bizi canlı yapan. Her şeyi istemek, her şeyi tüketebiliyor olmak değil bizi temizleyen. Bizi temiz tutan şey üretebiliyor olmak. Bu hayatta yük olarak gelip gitmek değil, yükü paylaşabilenlerden olmak, bizi güzelleştiren… Etrafınıza bakın, gözlerinin içi gülen, ruhu gülümseyen her insanın yaşamak için bir uğraşı olduğunu göreceksiniz. Kimsenin önemsemediği bir iş bile olsa, o insanı canlı kılan bir hedef olduğunu fark edeceksiniz. Ve o insana her baktığınızda dünyanın en güzel manzarasını izleyeceksiniz.